15 Mayıs 2008 Perşembe

Japonya Uzay Havacılık Dairesi (JAXA)

Zamanda yolculuk dendiğinde aklımıza hep ünlü bilim adamı Stephen Hawking'in yaklaşımı gelir.

'Eğer zamanda yolculuk mümkün olsaydı, neden bugün gelecekten gelmiş zaman yolcularıyla karşılaşmıyoruz?'

Peki ya ileride zamanda yolculuk gerçekten mümkün olursa ve gelecekten gelmiş kişiler aramızda yaşayıp bizi izliyorlar ve içlerinden gülüyorlarsa? Gelin, hep beraber bu olasılığı düşünelim.

Zannederim, uzmanlık alanı olmasa da herkes, zamanda yolculuğun ancak ışık hızına ulaşabilmemiz durumunda mümkün olduğunu biliyordur.

Gelecekte, zaman yolculuğu ile ilgili bütün engelleri ortadan kaldırıp ışık hızından daha hızlı hareket etmeye yönelik teknolojiyi geliştirdiğimizi varsayarsak, nasıl bir zaman yolculuğu yaşanacağını da hayal edebiliriz.

Wells'in romanı ve 'warp' fikri

Zamanda yolculuk üzerine en tanınmış yazılı roman, ünlü yazar H.G.Wells tarafından kaleme alınmıştır. Romanda zaman makinası geçmişe ve geleceğe tek bir çizgi üzerinde hareket ederken, bugün zamanda yolculuğun gerçekleşeceğine inanan birçok bilim adamı, bazı zorlukları yok etmek için 'warp' fikrini ortaya atmaktadır.

'Warp'ı basit bir örnekle açıklayacak olursak, bir kağıdın sol alt köşesine (X), sol üst köşesine (Y) yazalım. X'den (şimdiki zaman) Y'ye (geçmiş zaman) bir çizgi çekelim.

Wells'in modelinde, zaman makinasını bu çizgi üzerinde hareket etmektedir. Ama, harflerin yazılı olduğu iki köşeyi kağıdı kaldırıp ortası sarkacak şekilde biraraya getirirsek, bu iki farklı nokta arasında hareket etmek için varolan çizgiyi takip etmek yerine direkt atlama yapabileceğimizi görürüz. 'Warp' budur.

Her ne kadar bu imkansız gibi düşünülse de, bugün doğadaki formlara baktığımızda, mükemmel bir kare veya dikdörtgen benzeri bir form göremeyiz. Doğa, bizim '3.5 boyut' ismini verdiğimiz mevcut form cetvelleriyle tanımlanamayan 'fraktal'lerden oluşur.

Kar tanesi ve yansımalar

Buna en güzel örnek ise bir 'kar tanesinin' şekli. Kyoto Üniversitesi'nden Prof. Dr. Koji Miyazaki ile beraber yaptığımız bir araştırma sırasında, kar taneleri ve benzer milyonlarca fraktal şekillerin aslında dördüncü boyuttan üçüncü boyuta yansımalar olduğunu bilgisayar modelleriyle kanıtlayıp başarılı olduk.

Einstein'in 'zaman' olarak tanımladığı dördüncü boyutun, belki de farklı bir kurgusu olan bir üst 'mekan' olabileceğine dair bir tez de geliştirdik.

Uzayın şekli ve boyut konusunu daha derinden kavramak, ileride belki de zaman makinasının önünü açabilir.

Zaman makinasına geri dönecek olursak, bugüne kadar büyük bütçeler ve derin araştırmalarla hazırlanmış bütün filmlerde kahramanımız zaman makinasıyla geçmişe veya geleceğe giderken, farklı zaman diliminde başladığı nokta ile çıktığı nokta aynıdır.

Örneği tekrar düşünürsek, bir kağıt üzerindeki iki nokta arasındaki çizgiyi takip etmeden o noktalar arasında gidip gelmek bir gün mümkün olsa da, herhalde o gün zaman makinası üzerine çalışanlar, çok önemli bir gerçeği fark edecekler. O da kağıdın hareket halinde olması... Yani uzayın hareket ediyor olması.

Nasıl mı?

Dünya saatte yaklaşık bin 600 km hızla dönmektedir. Eğer bir zaman yolcusu 'warp' ile, zamanda bir saat geriye gidecek olursa, çıkacağı nokta ilk başlangıç noktasından bin 600 km ötede olacaktır.

Tabii ki bu durumda, uzaya dışarıdan bakacak olursak, dünyanın aynı bir saat içinde güneşin etrafında da 107 bin km yol katettiğini, güneşin de Samanyolu galaksisinde 810 bin km, Samanyolu'nun da Andromeda galaksisine doğru 240 bin km, 'Local Group' adı verilen bizim sistemimizin de Virgo kümesine doğru 2 milyon 770 bin km ve komple olarak Virgo sisteminin de 'Great Attractor' adı verilen görünmeyen bir kümeye doğru 2 milyon 150 bin km ile hareket ettiğini düşünmemiz gerekir.

Zamanda yolculuk hayalleri ile yola çıkan pilotumuz, sadece ve sadece bir saat geriye dönmeye kalkışırsa, yola çıktığı noktadan yaklaşık 5 milyon kilometre uzaklıktaki farklı bir noktada ortaya çıkacaktır.

Burada önemli olan, yolculuğa başladığı noktada gene ortaya çıkmış olsa bile, bu sırada uzay bir saat içinde hareket etmeye devam etmiştir.

Bu kadar kötümser olmamak için, olaya bir de iyi tarafından bakalım. 5 milyon kilometre uzakta çıkma olasılığından bahsettiğim halde, bütün yıldız ve kümelerin aynı yöne hareket etmediği gerçeğini göz önünde bulunduracak olursak, buradan birbirlerini sıfırlama şansları olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün bilim adamlarının 'uzayın duvar kağıdı' olarak da tanımladıkları arka plandaki 'kozmik kısa dalga fon radyasyonu' (Büyük patlama, yani Big Bang adını verdiğimiz evrenin doğuşunda meydana gelen patlamadan geriye kalan radyasyon) ölçümleri ışığında, dünyanın saatte yaklaşık 1 milyon 400 bin km hareket ettiğini biliyoruz.

Bu uzaklıkları şu ana kadar sadece bir saatlik bir zaman yolculuğu macerası olarak düşündük. Bunu günlere, aylara, yıllara vurursak ortaya çıkan mesafe farklılıklarını zannediyorum herkes hesaplayabilir.

Basit bir örnek verecek olursak, 2105 yılından zamanımıza dönmeye çalışan bir kişi, dünyadaki başladığı noktadan yaklaşık 1 trilyar kilometre uzakta çıkacaktır, bize o noktada mesaj gönderse, dünyaya ulaşması yaklaşık 47 gün alacaktır.

Uzay keşifleri

Eğer bu şekilde bir yolculuk imkanı olursa, yani uzayın sürekli hareket halinde olmasını kendi avantajımıza çevirmek istersek, bunlardan birisi uzay keşifleri olabilir.

Mesela aynı hesaplama sistemi ile gidersek, şu an ki bulunduğumuz noktada 17.4 gün sonra Jüpiter gezegeninin olacağını tahmin ederek (dünyaya en yakın olduğu zamanda 587 milyon kilometre) buna ayarlayarak bir keşif gemisini gönderebiliriz.

Tabii ki x-y düzleminde başarılı olunacağı tahmin edilse bile, uzay ortamındaki x-y-z sisteminde düşünürsek, belki uzaklık olarak doğru noktada çıkabiliriz ama Jüpiter'in o andaki konumuna göre tam olarak yanında çıkma şansımızın çok zayıf olduğu da bir gerçektir.

Ancak bu teknoloji eğer başarılı olursa, mesela dünya yörüngesine uydu veya benzeri yük taşıması için son derece pratik bir çözüm olabilir.

Hayal gücümüzü zorlamaya devam edecek olursak, ben bir gün zaman makinasıyla yolculuk yapma şansını yakalasam iki seçeneğim vardır.

Birincisi ne kadar dünyadan uzakta ortaya çıksam bile, en kısa zamanda dünya ile bağlantı kurup yönümü bulmak ve geriye dönmeye çalışmak.

İkincisi ise, zaten geri dönemeyeceğim gerçeğini kabul ederek, gitmişken sonuna kadar gideyim fikrine de sarılarak, uzayın başladığı zamana dönmek.

Acaba Big Bang patlamasının olduğu ana kadar gidebilir miydim? Uzayın henüz bin yaşında olduğu ve sadece taneciklerden meydana geldiği bir döneme dönebilecek olsam, acaba benim zaman makinem de o anda tanelerine ayrılır mıydı?

'Warp' fikrinde zamanın etrafında dönerek, yani o çizgi üzerindeki olaylardan etkilenmeyerek hareket edebileceğimizi varsayarak, 'Big Bang'den öncesine dönmeye kalkışsaydık? Bu durumda uzayın varolmayacağı ve uzayın varolmasından dolayı ortaya çıkan ve insanlar tarafından yorumlanarak 'fizik kanunları' olarak kabul edilmiş, ve benim zaman makinamla o noktaya kadar gitmeme imkan sağlamış bütün kuralların da varolmayacağını düşünersek?

'Terminator' filminde zamanda geriye giderek, ileride lider olacak insanların ailelerini yok etme düşüncesi nereye kadar mümkün bilemiyorum.

Buna başka bir yaklaşım getirsem, mesela ileride olacak çok büyük bir felaketi dünyaya mesaj olarak yollayarak tedbir almaları için uyarabilirdim.

Bu belki ileride mümkün olabilir ancak böylesine bir felakette ölmesi gereken bir kişi, benim yollayacağım mesaj sayesinde kurtulur ve ileride dedemi bir kavga sırasında öldürürse?

Zaman yolculuğu tartışması yıllarca sürer...

Doç.Dr. Serkan Anılır

Olağanüstü bilgileri ve üstün becerilerine rağmen birçok bilim kadını, erkek meslektaşlarının gölgesinde kalmıştır.

Diğer birçok alanda olduğu gibi bilim dünyasında da geçmişte hep erkekler egemen olmuştur. Einstein, Newton veya da Vinci isimlerini eminiz hepiniz biliyorsunuzdur. Peki ya Ada Lovelace? Ya da İrene Curie veya Sophie Germain size hiç tanıdık geliyor mu? Ünlü fizikçi Marie Curie gibi istisna bilim kadınları dışında birçokları hep gizli kalmıştır.

Kadın araştırmacılar, genelde erkek meslektaşlarının kıskançlığı ve çekememezliği yüzünden yeteneklerini topluma açıklama olanağını bulamamıştır. Kadınlar erkekler tarafından, akıl ve bilim dünyası için yetersiz ve histerik bulunuyordu. Bilim alanında başarılı olan kadınların erkek meslektaşları tarafından engellenmesi olağan durumlardı. Erkeklerin kendilerini üstün görme alışkanlıkları ne yazık ki günümüzde bile sürmekte.

Şairin matematikçi kızı

Geçmişte bilimsel meraklarını sürdürmek isteyen bazı kadınlar ilginç yöntemlere baş vuruyorlardı. Mesela 1776 yılında doğan matematikçi Sophie Germain de bunlardan biriydi. Germain bir erkek ismi kullanarak ünlü matematikçi Carl Friedrich Gauss ile mektuplaşarak bilgi alışverişinde bulunmaya başarmıştı.

Bilgisayar çağının öncülerinden biri olan Ada Countess of Lovelace'nin adını duyan var mı acaba? İngiliz şair Lord Byron'un kızı olan Ada, matematikle ilgileniyordu ve "Analytical Engine" olarak adlandırılan ilk bilgisayarın geliştirilmesinde Charles Babbage ile birlikte çalışmıştı. Programlamanın temellerini geliştiren bu kadın matematikçi, bilgisayar teknolojisindeki yaşanan gelişmeler sayesinde bir gün bilgisayarla müzik bestelenebileceğini ya da resim yapılabileceğini öncelemişti. Program dili "Ada" işte bu yüzden matematikçinin ismiyle anılmakta.

Genetikçe Franklin

Neredeyse tümüyle unutulan diğer bir bilim kadını da DNA yapısının asıl buluşçusu olan Rosalind Franklin'dir. Franklin'in uzmanlık alanı katı maddeleri röntgen ışığıyla incelemekti. Kalıtım molekülü DNA'nın yapısı hakkında kesin öncelemelerde bulunmasına rağmen, kaynaklarda adı neredeyse hiç geçmez bile ve bağımsız olarak araştırarak önemli bilgilere ulaşmasına rağmen genelde hep erkek bilim adamlarının asistanı (yardımcısı) olarak tanıtılmakta.

Alman kadın fizikçi Lise Meitner, çekirdek füzyonu kavramını ortaya atan ve çekirdek bölünmesi için teorik temelleri sunan başarılı bir fizikçiydi. Otto Hahn ve Max Planck gibi ünlü bilim adamlarıyla birlikte çalışan Meitner, Albert Einstein ve Marie Curie gibi ünlü bilim insanlarıyla da görüşüyordu. Bir pasifist olan Meitner, atom bombasının üretimine karşı çıkmıştı. Olağanüstü başarılarına rağmen ne fizik ne de kimya alanında ödüllendirilmemiştir. Fakat birlikte çalışmış olduğu fizikçi Otto Hahn, 1944 yılında Fizik Nobel ödülüne layık görülmüştü.

Ülkemiz bilim kadınları

Ülkemizde kadınlar ilk kez Cumhuriyet döneminde Atatürk sayesinde bilim dünyasına adım atabildiler. Çünkü daha önce kadınların üniversiteye gitme şansları yoktu. İlk bilim kadınlarımızın birçoğu da cumhuriyetten önce eğitimlerini yurtdışında sürdürmüşlerdir.

İlk kadın kimyageri Remziye Hisar, Fransa'da Sorbonne Üniversitesi'nde Marie Curie'nin ders verdiği dönemlerde okudu ve kendi alanında Türkçe ve Fransızca kitaplar yayımladı. İlk Türk kadın doktor Safiye Ali ise eğitimini 1921 yılında Almanya'da tamamlamıştır. Güzide Lütfü 1928 yılında İstanbul Barosu'na 1127 sicil numarasıyla kayıt olan ilk kadın avukat idi. Ve hepinizin bildiği gibi Sabiha Gökçen hem Türkiye'nin hem de dünyanın ilk kadın savaş pilotuydu. Gökçen kendi isteği ve Atatürk'ün izniyle Dersim harekatına savaş pilotu olarak katılarak büyük başarı elde etmişti.

ABD�li ve İsrailli paleontologlar, insanlığın, 70 bin yıl önce aşırı iklim koşullarından ötürü soyunun tükenmenin eşiğine geldiğini ortaya çıkardı.

ABD�den Stony Brook Üniversitesi, IBM Araştırma Merkezi ve İsrail�den Rambam Tıp Merkezinin yaptığı araştırmada, 70 bin yıl önceki aşırı iklim koşullarının, insan nüfusunu öylesine azalttığı ve soyunu tükenme noktasına getirdiği belirlendi.

Stony Brook�tan Paleontoloji Profesörü Meave Leakey, makalesinde �Bundan sadece 70 bin yıl önce nüfusumuzun o kadar azaldığını ve tükenmenin eşiğine geldiğini kim düşünür� ifadesini kullandı.

Bu alanda önceki araştırmalar, bugün 6,6 milyara ulaşan insan nüfusunun 70 bin yıl önce sadece 2 bin kişi olduğunu gösteriyor.

Doğu Afrika�nın 135 bin ila 90 bin yıl önce büyük bir kuraklık dönemi geçirdiğini ve bu iklim koşullarının, birbirinden ayrı gelişen iki küçük gruba böldüğü insan nüfusunda önemli değişikliğe neden olduğunu belirleyen bilim adamları, ilk insanların 100 bin yıl boyunca ayrı yaşadıktan sonra tek bir pan-Afrika nüfusu haline sadece 40 bin yıl önce geldiğini belirtiyor.

National Geographic Society�den Spencer Wells de, bu araştırmanın insan soyunun tarihinin kilit noktalarını otaya çıkarmak için genetiğin olağanüstü gücünü ortaya koyduğunu belirterek, �İlk insanların tüm dünyaya yayılmadan önce soylarının az daha tükenmekte olduğu ve çok zor iklim koşullarından ötürü birbirinden ayrı küçük gruplar halinde yaşadıkları DNA�mızda yazılı� diye konuştu.

İlk insanlar, ortadan yok olmanın eşiğine geldikleri bu karanlık dönemin ardından Afrika kıtasının pek çok bölgesini işgal etmesini sağlayacak biçimde hızla çoğaldıktan sonra, diğer kıtalara yayılmak üzere Afrika�dan göç etti.

Bu dönemin Afrika�da Taş Devrinin sonuna denk geldiğini ve karmaşık bir dil konuşmaya, soyut düşünmeye başlayan modern insanın başlangıcı olduğunu düşünen bilim adamları, ilk insanların Afrika dışına çıkması ve diğer kıtalarda yayılmaya başlamasının, bundan yaklaşık 60 bin yıl önce meydana geldiğini tahmin ediyor.

Araştırma, American Journal of Human Genetics dergisinde yayımlandı.

Japon bilim adamları kaybedilen eşyayı bulmayı sorun olmaktan çıkartan akıllı bir gözlük üretti.

Gördüğü nesneyi tanıyan ve bilgisayar sistemiyle bu bilgiyi kullanıcısına aktaran akıllı gözlükle aranılan eşyayı bulmak için gözlüğü takıp etrafa bakmak yeterli olacak.

Sık sık eşyasını kaybedenler için bir kurtarıcı görevi gören gözlük, bulunduğu mekandaki tüm nesneleri algılayabiliyor.

Tokyo Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nden Prof. Tatsuya Harada, icadın sıradışı bir işlem yeteneğine sahip olduğunu vurguluyor.

Gözlük hafızasına kayıtlı olmasa bile bir nesneyi karşılaştırma yöntemiyle tanımlayabiliyor.

Sistemin duyarlılığı renklere bağlantılı ve bu nedenle değişen doğal ışık nesnelerin tanınabilirliğini olumlu ya da olumsuz anlamda etkileyebiliyor.

İcat üstündeki çalışmalar sürüyor. Şimdiki hedef akıllı gözlüğü doğrutan internetle bağdaştırmak.

Fransızların ünlü Larousse yayınevi

Yayınevi yetkilileri, kendi ansiklopedilerinin �katılım ansiklopedisi wikipedia�dan daha farklı olacağını, Larousse�a makale yazacak kullanıcıların kimliklerinin mutlaka belli olması gerektiğini, bu makalelerin de ancak yazarları tarafından değiştirilebileceğini belirtti.

Larousse yayınevi, ansiklopediye nitelikli katkıda bulunacak internet kullanıcılarını şöhret ve güvenilirliğiyle cezbetmeyi tasarlıyor.

Le Robert yayınları da yılın ikinci yarısında Fransızca sözlüğünü ücret karşılığında internette kullanıma sunacak.

İnternetin bir numaralı araştırma motoru Google da �Knol� adını verdiği internet ansiklopedisini hazırlıyor. Kimliği belli kullanıcıların hazırlayacağı ansiklopediye reklam da alınacak.

Denizli'de açılan UFO Müzesi'nin açıldığı 2005 yılından bu yana 25 bin kişi tarafından ziyaret edildiği bildirildi.

Denizli UFO Müzesi sorumlusu Kemal Kerem Dalyan, yerli ve yabancı bilimadamlarının birikimleriyle oluşturulan müzenin amacının â��insanlığı geleceğe doğru bilgilendirmekâ�� olduğunu söyledi; ziyaretçilerin â��uzaylılarla ilgili bilgilerâ�� almaktan memnun olduğunu belirtti.

Dalyan, â��Müzemizi bugüne kadar yaklaşık 25 bin kişi ziyaret etti. Özellikle halkımızı müzeye bekliyoruz. Çünkü geleceklerine hitap eden bir müze.

Geldikleri zaman kafalarındaki soru işaretleri gidecek ya da bilgi dağarcıklarına daha yeni bilgiler eklemiş olacaklarâ�� diye konuştu.

Ücretsiz olarak gezilebilen müzede, dünyada konuyla ilgili araştırmalar yapan kurum ve kuruluş arşivleri, eski çağlardan bugüne UFO ve dünya dışı varlıklarla ilgili fotoğraflar, belgeler ve resmi raporlar bulunuyor.

ABD hükümetine, UFO iddialarının yeniden araştırılması çağrısı yapıldı.

ABD uzun yıllar sonra tanımlanamayan uçan cisimleri yani UFO'ları konuşuyor. UFO'ları yeniden gündeme getirense eski askeri ve hükümet yetkililerinin UFO iddialarının araştırılması için 1960'larda yürütülen projenin yeniden canlandırılması çağrısında bulunması. Ancak, Hava Kuvvetleri projeye sıcak bakmıyor.